içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

DEMOKRASİDE BİRLİK VAKFI’NDAN TAM DEMOKRASİ PANELİ

DEMOKRASİDE BİRLİK VAKFI’NDAN TAM DEMOKRASİ PANELİ

 

Son yıllarda, soluksuz dinlediğim ve katılımcıların sunumlarından çok yararlanma fırsatı bulduğum kaliteli bir panel izledim. Panelistlerin kimlikleri, backgroundları panelin önemini günler öncesinde ön plana çıkarmıştı. Türk siyasetinin son on yılına damgasını vurmuş, güçlü iktidarın her an hedefinde tuttuğu  eski ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı bırakmasından sonraki ilk defa medya karşısına çıkması toplantının öneminin kat kat artmasına neden olmuştu. Yine panelin dinleyicileri arasında sivil toplum kuruluşları, bürokratlar, emekli yargı mensupları, yüksek yargı organlarının eski üye ve başkanları, milletvekilleri, partilerin grup başkan vekilleri, eski bakanlar, siyasi parti genel başkanları ve basının yoğun ilgisi vardı. Siyasi parti genel başkanları kısa süreli selamlama konuşması yaptı. Seçilmiş son başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları ayrıca ilgi konusu oldu. Davutoğlu,”Tam demokrasi talebinden bahsettiğimize göre, demek ki demokrasimiz eksik olduğunu kabul ediyoruz. Çöl şartlarında gül ağacı yetişmez. Demokrasinin yetişebilmesi için uygun iklim şartları gerekir.” Dedi. Vakıf Başkanı Mehmet Bozdemir’in “ülke kötü yönetiliyor. Biz neden gelişmiş ülkeler seviyesinde değiliz, neden bir Almanya, Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin yaşam seviyelerinde olamıyoruz?” söylemiyle, “yeni bir siyaset anlayışına ihtiyaç duyulduğunu” yaptığı toplantının açış konuşmasıyla, katılımcılarda ve basında sanki yeni bir oluşumun ayak seslerini hissettirdi.
Demokraside Birlik Vakfı (DEVA) ve İnsani Değerler Derneği’nin (İDD) düzenlediği "Türkiye’nin İkinci Yüzyılında Tam Demokrasi Hedefi ve Yeni Anayasadan Beklentiler" başlıklı panelde; Kemal Kılıçdaroğlu, Taha Akyol, Mehmet Gün ve Haşim Kılıç panelist olarak katılım sağladılar. Paneli Vakıf Genel Başkanı Mehmet Bozdemir yönetti.

 

KEMAL KILIÇDAROĞLU: GİTMESİNİ BİLMİYORUZ

 

Kemal Kılıçdaroğlu, “Demokrasi kurallar ve kurumlar rejimidir” diye başladığı konuşmasına “demokrasi aynı zamanda bir hesap verme rejimidir” diyerek devam etti. Kılıçdaroğlu; Siyasi iktidarın kendi toplumuna hesap vermesi gerekir. Eğer hesap veremiyorsa ve biz de bunun hesabını soramıyorsak bu ülkeye mükemmel bir anayasa da getirseniz bir şey olmaz. Siyasetçi halkına hesap vermeyi namuslu bir görev olarak kabul etmelidir. Bırakın hesap vermeyi, parlamentodaki milletvekillerinin soru önergelerine bile cevap vermiyorlar. Türkiye’de demokrasi konusunda yaşadığımız temel sorun “Nasıl geliyorsak, o şekilde gitmesini bilmiyoruz.” Geldiğimiz gibi gitmesini bilsek, aslında pek çok sorunu çözmüş olacağız. Gitmemek için yasaları değiştiriyoruz. Gitmemek için anayasayı değiştiriyoruz. Gitmemek için pek çok hukuk dışına çıkan uygulamalar yapıyoruz. 

Ülkede yeni bir anayasa değil, kuralların işletilmemesi sorunu vardır. Demokrasiye kurumlar rejimi dedik. Ülkede temeliyle oynanmayan, siyasallaştırılmayan kurum mu kaldı? Kurumlarda liyakat vardı. Bugün Merkez Bankasının başına neden dışarıdan bir yönetici getiriyorsunuz, kurum içinden yetişmiş, kurum kültürünü almış hiç mi liyakatlı çalışan bulamıyorsunuz?  Demokrasi aynı zamanda bir hesap verme rejimidir. Yani siyasi iktidarın kendi toplumuna hesap vermesi gerekir. Eğer hesap veremiyorsa ve biz de bunun hesabını soramıyorsak bu ülkeye mükemmel bir anayasa da getirin bir şey olmaz. Demokrasilerde Denge ve denetleme esastır. Sağlıklı işleyen bir demokraside denetimsiz hiçbir organ yoktur. Parlamento, yasa çıkarırsınız Anayasa Mahkemesi denetler. Sayıştay bütçe nereye harcanıyor, bunu TBMM adına denetler. Yasama organı, yürütme organının yaptığı bütün harcamaları denetler. Gerçekten denetliyorlar mı? Hayır. Örneğin; Türkiye Varlık Fonu’nu Sayıştay denetleyemez. Çünkü yasa Sayıştay'ın denetlenmesini engelliyor.

 

HAŞİM KILIÇ: HAKİM VE SAVCI ALIMLARINDA MÜLAKAT, KESİNLİKLE KALDIRILMALIDIR

 

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Bugün sorunumuz ne Anayasa, bence ne de yasalarımızdır. Bunu uygulayan ve yorumlayan insanlarımızdır. Yargı erkine verilmiş olan yorum hakkı maalesef isabetli kullanılmıyor. Kullanılmadığı için de bu sorunların ülkede bıraktığı yakıcı ve yıkıcı etkilerini maalesef çözemiyoruz, çözemedik" dedi. Cumhuriyet'in kurulduğu günden beri ki ben “2010 anayasa değişikliğini Türkiye için bir dönüm noktası” olarak görüyorum, 2010 anayasa değişikliği Türkiye'nin makas değiştirdiği yıldır, çok önemli bir değişikliktir. Bu değişiklikte yargı vesayeti ile askeri vesayetin ortadan kaldırılması konusunda ciddi adımlar atılmış ve o konuda da başarılı olunmuştur. Ancak bir vesayeti kaldırırken bir başka vesayetin fırtınasına uğradık. Bugün terör örgütü olarak anılan cemaatin yapılanması ve onun ele geçirilmesi daha sonra da mevcut siyasi partinin iktidarın ele geçirilmesi sonunda bu vesayet bitmiş değil, bu vesayet devam ediyor. Geriye doğru gittiğiniz zaman Türkiye iki konuda çok ciddi sıkıntı çekmiş: birisi ifade özgürlüğü diğeri de din ve vicdan özgürlüğü ve sorunlarımız bu eksende hep doğmuş. Biz ne demokrasinin ne laikliğin ne de hukuk devletinin ne de sosyal devletin içini yeterince doldurduk. Bunu yapması gereken Anayasa Mahkemesi'ydi. Anayasa Mahkemesi yorum hakkı olan, anayasayı yorumlayan ve 'Anayasa Mahkemesi ne diyorsa anayasa odur' olan bir kurum bizim için. Ama bunların içi doldurulamadı. Anayasa'nın 177 maddesi var, 177 maddenin 121 maddesi değişmiş. Yaklaşık 51 maddesi ikinci ve üçüncü kez değişmiş. Bunun 34 maddesi AK Parti öncesinde değişmiş, AK Parti iktidarıyla birlikte de 79 madde değişmiş. Şimdi bana söyler misiniz, ortada bir darbe anayasası var mı? 

 

ÜLKE TANIDIK GELDİ Mİ?

Adı Man Cumhuriyeti olan bir ülkenin meclis genel kurul salonunun giriş kapısının tamiri gerekiyormuş. Konuyla ilgili bürokrat, iki ayrı firmadan marangoz davet ederek kapıyı göstermiş, fiyat istemiş.                                                                                                                                                                         

Birinci marangoz: “500 LT olur bu iş.” Demiş. “200 LT malzeme, 200 LT işçilik, 100 LT da kâr,” demiş.                                                                                                                                          
Bürokrat ikinci marangoza dönmüş: “Siz aynı işi kaça yaparsınız?” “2500 LT,” “Nasıl olur bu kadar fiyat farkı?” 

“1000 LT bana, 1000 LT sana” demiş ikinci marangoz, “500 LT’de bu arkadaşa veririz kapıyı yapar.”

Bu yazı 3664 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI